Spec Ops: The Line

Son dönemde taktik aksiyon türü olan oyunların sayısı oldukça az ve bu durum türün takipçilerini oldukça üzüyor . İşte bu açığı kapatmak ve anlatmak istediklerini oyuncularla buluşturmak isteyen yapımcılar da kolları sıvayıp Spec Ops: The Line'ı geliştirmiş. Bol aksiyonlu, beklentilerin üstünde senaryosu ve klişelikten uzak ilerleyişi ile de fena bir deneme olmamış. İsterseniz daha detaylı şekilde bakalım.

The Line duyurulduktan sonra çıkan haberlerde, yapımcılar oyunun senaryosunu oluştururken Joseph Conrad'ın "Karanlığın Yüreği" (The Heart of Darkness) ismindeki kitabından oldukça etkilendiklerini söylemişlerdi. Aslında bu harika bir haberdi çünkü 1902 yılında yazılan bu kitap, üzerinden yüzyıldan fazla geçmesine rağmen hala değerini koruyan, "karanlık" yönleriyle edebiyat eleştirmenleri tarafından övgüyle bahsedilen bir eser. Kitabı yazmadan önce kaptanlık yapan Conrad'ın bu görevi sırasında gördüğü olumsuzlukları bir araya getirdiği kitap, genel anlamda yazarın Kongo'daki yolculuğunu anlatır. Yapımcılar ise bu değerli kaynaktan esinlenmişler.



Günümüzde petrol ve Arap şeyhleri ile anılan Dubai'de geçiyor oyunumuz. Tabii oyunun anlatmak istediği hikâyeyle bağlantılı olarak, oyunda yaratılan Dubai hiç de haberlerde gördüğümüz gibi değil. Yakın gelecekte geçen oyunumuzda, korkunç kum fırtınaları yüzünden Dubai harabe halini almış. Yerli halka işkence edildiğine yönelik istihbarat üzerine ABD'ye bağlı 33. piyade ve başlarındaki Albay John Conrad (evet kitabın yazarının soyadı) bölgeye gitmiş ancak "geri dön" emirlerine uymamışlardır. Emre itaatsizlikten bir süre sonra ise grupla ABD arasındaki iletişim tamamen kopmuştur. Bu gelişmelerin üzerine Amerika Birleşik Devletleri, video oyuncularının hiç de uzak olmadığı bir ekibi görevlendirir; Delta Force. Üç kişiden oluşan küçük ama oldukça profesyonel bu taktiksel askeri grup, kum fırtınaları nedeniyle yerle bir olmuş Dubai'ye gönderilir ve oyunumuz başlar.



Yönettiğimiz karakter, bölgeye gönderilen üç kişilik ekibin lideri olan Yüzbaşı Martin. Karakterimize Lugo ve Adams isminde iki asker daha eşlik ediyor. Ekip olarak amacımız ilk etapta hayatta kalmak, daha sonra ise hızlı hareket edip John Conrad ve ekibini bulmak. Tabii işler kağıt üzerinde yazıldığı gibi gitmiyor ve bölgeye adım atar atmaz işlerin zannedildiğinden çok daha kötü olduğunu anlıyoruz. Bölge kum fırtınaları yüzünden harap halde olduğu için, "devlet" gibi bir otorite söz konusu değil. Bunun yerine ellerindeki silahlara güvenen irili ufaklı bir sürü grup var ve hem bölgenin yönetimi için birbirleriyle mücadele ederken, hem de dışarıdan gelecek tehditlere karşı agresif tavırlar sergiliyorlar. Üstelik oyunun hemen başında tanışacağınız bu grupların hiçbir korkuları yok ve en basit zorluk seviyesinde oynamadığınız sürece size oldukça zor anlar yaşatıyorlar. Onlar da tıpkı sizin gibi saklanıyor, kesin olmadıkça harekete geçmiyor ve kendilerini koruyarak ateş açıyorlar. Tabii burada da oyunun oynanışının nasıl olduğu ortaya çıkıyor. Başta "taktiksel aksiyon" desem de, oyun aslında Gears of War serisindeki mantıkla işlenmiş durumda. "Siperlerin arkasına saklan, ateş et ve ilerle" sistemini kullanan oyun, bunu tekdüze yapmak yerine oldukça heyecanlı sahneleri tercih etmiş. Bu da oyunun oynanış süresini oldukça arttıran etkenlerden bir tanesi.

Oyunun taktiksel aksiyon kısmını ise yine ilk çatışmada anlıyoruz. Takım arkadaşlarınıza sınırlı sayıda emir vererek çatışmalardan sağ çıkmaya çalışacağınız The Line, taktik çeşitlilik anlamında sınıfta kalmış durumda. Çünkü takım arkadaşlarınıza verebileceğiniz komutlar seçtiğiniz adamlara ateş etme, bomba atma, kendinizi korumalarını söyleme gibi çok basit ve sayıca az olarak oluşturulmuş. Bu durum oyunun türüne göre zayıf kalsa da, aksiyon kısımlarının daha akıcı olmasını da sağlamış. Çatışmalar dışında oyunda çok sınırlı bir yakın dövüş sistemi de var. Özellikle merminiz bittiğinde (çok nadir oluyor bu) düşmanlarınızın yanına gidip onlara saldırabiliyorsunuz.

Delta Force denildiğinde daha taktiksel hamleler akla geldiğinden, yapımcılar buna uygun olarak "sınırsız silah taşıma" tercihinden kaçınmışlar. Ana karakteriniz Martin'in tek seferde iki silah taşıyabiliyor. Taşıyabileceği silahlar "hafif" ya da "ağır" şeklinde ayrılmazken, toplam 24 tane olmak üzere alternatifleri oldukça bol.

Oyun çıkmadan önce yayınlanan oynanış videoları, birçok oyuncuda oyunun tekdüze ilerlediğine dair fikirler oluşturmuştu. İlk bölümlerde bu fikirler haklı çıkıyor gibi gözükse de, özellikle senaryodaki beklenmedik hareketler başladıktan sonra oynanışta da farklılıklar oluşuyor. "Sipere gir ve öldür" mantığında işleyen ilk bölümler bir anda heyecanlı kovalama sahnelerine veya çok farklı ağır silahları kullanacağımız bölümlere kadar gidiyor. Bu da oyunun başlarında sıkılan oyuncuları bir süre sonra tekrar oyuna bağlıyor.

Oyunda konsept olarak "kum" un seçilmesi elbette boş değil. Hatta bu konsepte uygun olduğu için Dubai seçilmiş olacak ki, kum hem görsel anlamda her yerde karşınıza çıkarken, hem de oynanış içerisinde kendisini gösteriyor. Çatışma sırasında çevredeki kumları düşmanlarınızı yok etmek için kullanabilmenizin yanında, kum fırtınaları bazen hayatınızı kurtaracak hamlelere bile girişebiliyor.

Kağıt üzerindeki görevlerinizden sadece hayatta kalmayı önemsediğiniz bölümlerde, oyundaki duygusal yan da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Karakterinizle vereceğiniz kararların sonuçlarını gördükçe hüzünlenebilecekken, bazen kendinizden nefret edecek kadar bir bağlantı kurabilirsiniz. Bölgedeki silahlı grupların yerel halka yaptıklarını gördüğünüzde ise, oyunun sanatsal anlatımının duyguları karşıya geçirme konusunda ne kadar başarılı olduğunu fark etmeden de olsa yaşayacaksınız.

Teknik kısımlara geldiğimizde ise, oyunun özellikle grafik anlamında oldukça başarılı. Kum fırtınaları oldukça gerçekçi ve atmosfere katkı sağlayan şekilde tasarlanmış. Dubai'nin gerçeğine uygun şekilde yaratılması da oyunun artılarından bir tanesi. Bu artıların yanında, şehrin içindeki bina modellemeleri ve bazı grafiksel hatalar ise oyunun eksilerinden.



Karakterlerin seslendirmeleri ise oyunun bağlayıcı noktalarından bir tanesi. Özellikle ekipteki diğer iki askerin birbirleriyle olan tartışmalarındaki ses tonları, onların karakterleri hakkında oldukça bilgi veriyor ve bu durum oyunun gerçekçiliğini artırıyor. Karakter sesleri dışında çevre sesleri de oldukça güzel şekilde oyuna aktarılmış.

Oyunun sahip olduğu yapay zeka genel anlamda iyi olsa da, bazen oldukça can sıkacak şekilde hatalar veriyor. Örneğin düşmanlarınız tedbirsiz şekilde üstünüze koşabiliyorlar.

Multiplayer kısmı ise tek kişilik moda göre oldukça gölgede kalmış. Klasik oyun modlarına sahip The Line, çoklu oyunculu seçeneği yerine tek kişilik senaryosu için alınması gereken bir oyun olmuş. Günümüz Dubai'sinden çok uzakta olan bir atmosferde geçen oyun, bu aralar sıkıntıda olan aksiyon türüne güzel bir soluk aldırıyor.

Giriş yapmak istediğiniz aboneliği seçiniz.