17 Ağustos 1942
Bir hafta burada bekledikten sonra sonunda harekete geçiliyor. Başka zaman olsa Güney Pasifik’in güzelliklerine hayran kalabilirdim ama şu an aklımda olan tek şey buradan canlı çıkabilmek. Düşmanın eline düşen çok az askerin kaderi uzun bir yaşam. Bunun da farkındayım.
Er Miller
2’nci Piyade İşgal Taburu
Infinity Ward’ın Call of Duty 4: Modern Warfare’la aklımızı başımızdan almasının üstünden uzun bir süre geçti. Seriyi günümüze taşıyan bu oyundan sonra bu kez World at War’la, başladığımız yere yani İkinci Dünya Savaşı’na dönüş yapıyoruz. Yapımcı Treyarch, ustası IW’ın yarattığı formülü, motoru ve oyun mekaniklerini değiştirmeden kullanıyor ama Infinity Ward CoD4’le çıtayı öyle bir yükseltti ki bir oyunun Call of Duty adına layık olabilmesi için artık bunlardan biraz daha fazlasına ihtiyaç var.
İşgal
Japon dostlarımızla o ada senin, bu havaalanı benim çarpışmaya başladık. Oyunun temposu oldukça yüksekti. Daha önceki oyunla neredeyse aynı olan mekanikleri sayesinde ısınma turlarına gerek bile duymadık. Düşmanların ardı arkası kesilmiyor, her yönden sürekli mermi yağıyor, rütbeli personel emir üstüne emir veriyordu. Harala gürele koşuşturma pek fena değildi ancak sürekli bir şeyler eksikti oyunda. Ama bir türlü bulamadık neyin eksik olduğunu.
[editor:Biraz ilerledikten sonra Yoldaş Dimitri Petrenko’yla tanışınca oyunun çehresi bir anda değişiverdi. ]
Bonzai mi banzai mi?
Sevimli çekik gözlü dostlarımızın pek sevimli olmadığı bu tarihlerde karşılarına dikilmek pek sağlıklı değildi elbette. Oyun daha önceden kullandığı sistem üzerinden yürüyor olsa da seçilen cepheler ve düşmanlar, yaşanacak aksiyonun geliştirilmesine de imkân vermiş. Ally, yani Amerikan askerleriyle oynadığımız bölümler Güney Pasifik’te, Japonya ve adalarında geçiyor, dolayısıyla bitki örtüsü oldukça yoğun. Zamanında Battlefield Vietnam’ın yaratmaya çalıştığı ama başaramadığı gerilla savaşı ortamını yıllar sonra da olsa World at War’da bulduğunuza sevineceksiniz. Ama sevinme işini çok uzatmayın, zira atılan ilk mermiden sonra kimsenin kafasını yerden kaldıramadığı, sürekli körlemesine ateş ettiği bir savaş ortamına giriyorsunuz. Ama bu daha bir şey değil, uğraşmanız gereken bir de Banzai’ler var. Çok hoşumuza giden bu tipler “banzaiii” diye bağırarak bir anda üstümüze atılıyor, biz daha ne olup bittiğini anlamadan gayet başarılı ve seri bir şekilde işimizi bitirip büyük olasılıkla kendileri de ölüyorlar. Bu amcalar genellikle çok ağır kamuflaja sahip ve doğa örtüsü içinde kesinlikle seçilemiyorlar. Bu yüzden sürpriz avantajı daima onlarda. Tabii her seferinde gafil avlanacak değiliz, ikinci tura daha temkinli çıkıyoruz ama yine de etkililer.
Japon işi bir diğer olay da ağaçlara yerleşmiş keskin nişancılar. Çevrede genellikle pek çok ağaç var ve düşmanlarınızı onlar size ateş etmeden görmeniz pek kolay değil. “Çevre katili” achievement’ı almak sizi bozmuyorsa, bir çözüm olarak alev makinesiyle tüm ağaçları peşinen kızartabilirsiniz (böyle bir achievement yok tabii). Far Cry 2 tadında orman yangınları beklemeyin tabii, bu sadece eliniz tetikte olduğu sürece etkili bir silah.
Japonların sürprizleri bunlarla bitmiyor. Ölen Amerikan askerlerinin cesetlerini kullanarak bubi tuzakları kuruyorlar, topluca ölü taklidi yapıp takımı pusuya düşürmeye çalışıyorlar. Tabii tüm bunlar önceden planlanmış sahneler olduğu için yapay zekâdan pek bahsedemiyoruz. CoD4’te ne gördüyseniz onu bekleyin.
Birazdan Banzai geliyor !
Yoldaş Petrenko
Dimitri Petrenko’nun hikâyesi, İkinci Dünya Savaşı’nın Rus kahramanı Vasily Zaitsev’in hikâyesine oldukça benziyor. Ayrıca Enemy at the Gates’i izlediyseniz filmin kurgusuyla ne kadar paralel ilerlediğini göreceksiniz. Tabii oyunun içinde aşk meşk yok. Tam tersine o kadar çetin, o kadar somut bir savaş var ki ekran karşısındaki oyuncuyu ciddi anlamda yoruyor. Daha önceki oyunlarda kullanılan sistem aslında aynen kullanılıyor. Ancak yeni oyunda hem çevre efektleri hem düşman sayısı hem de yakılan fişek sayısı çok daha fazla. Hem bizim ekip hem de düşmanlar biz bir sonraki adımı tamamlayana kadar akın akın gelmeye devam ediyo. Sovyet askerleriyle oynadığımız bölümler, Stalingrad’tan çıkıp Berlin’e varana kadar gayet güzel kurgulanmış. Oyun içi diyaloglar, sahneler ve hikâyenin sunumu dört dörtlük müziklerle desteklenmiş. Amerikan askerleriyle oynadığımız bölümlerde bir türlü giremediğimiz havayı, atmosferi Rus senaryosu gayet güzel veriyor.
Sovyet bölümlerinde bol bol şehir içi çarpışmalara giriyoruz. Yıkık dökük şehir manzaralarından etkilenmemek mümkün değil, gerçekten dokunaklı görünüyor. Araçlarla ilk yakın temasımızı da yine Sovyet bölümlerinde yaşıyoruz. Tank üstünde ulaşım olarak başlayan bu yakınlaşma, tankı alıp düşman avlamaya kadar gidiyor.
Oyunda yer alan şiddet bir savaşta bekleyebileceğinizden az ya da fazla değil. Yukarıda bahsettiğimiz Japon taktiklerine, bahsetmediğimiz kol bacak kopma sahnelerine ve daha pek çok kanlı ana tanık olacaksınız oyunda. Senaryo boyunca silahlı silahsız pek çok düşmanı temizlemek zorunda kalıyorsunuz. Zaman zaman da silahlarını bırakıp teslim olan Nazileri kurşuna dizmeniz gerekiyor.
Kimse Yanlız Savaşmamalı!!!
Treyarch, ustasının geliştirdiği oyun motoru ve mekaniklerden sonuna kadar yararlanırken seriye yeni özellikler kazandırmayı da ihmal etmemiş. Tek kişilik senaryonun ağzından girip burnundan çıktıktan sonra genelde kendimizi attığımız online alemlerden önce son bir durağımız var artık. Oyunun co-op modu ağ ya da internet üzerinden dört kişinin haritaları baştan oynamasına imkân veriyor. Konsol versiyonlarında ayrıca ekranı ikiye bölerek iki arkadaş co-op modun nimetlerinden faydalanabiliyoruz. Co-op’un tek esprisi bir iki arkadaş buluşup harita temizlemek değil elbette. Buradaki başarılarınızla tecrübe puanı kazanmaya devam ediyorsunuz. Zaten oyunu kurduktan sonra ilk çalıştırdığınızda online bir profil yarattığınızdan emin olun. Çünkü yaptığınız her şeyin size mutlaka bir getirisi var oyunda.
Oyunda tamamladığınız tüm haritaların bir co-op sunucusunu açmanız mümkün. Ayrıca senaryoyu tamamladığınızda Zombie modu da emrinize amade. Zombie modu Left 4 Dead’le kıyaslanacak gibi değil tabii ki ama içinde bulunduğunuz binayı arkadaşlarınızla birlikte akın akın gelen Nazi Zombilere karşı savunmaya çalışmak oldukça saçma ve zevkli. Oyunu bitirmediyseniz bile, bitirmiş bir arkadaşınızın açtığı sunucuya bağlanıp bu modu oynamanız mümkün. Zombie modunda düşmanları öldürerek ve barikat yığarak tecrübe kazanıyoruz. Yeni silahlar, haritanın diğer bölümleri gibi açılabilir birçok şey var modda. Dalga dalga gelen zombiler her seferinde biraz daha ağır bastırıyor ve tahmin edebileceğiniz gibi ekibimiz er ya da geç feci şekilde can veriyor. Haritalarda bulabileceğiniz Dead-Card denilen eşyalarla co-op’ta belli hileleri ve ödülleri (perk) aktif hale getirmeniz de mümkün. Death-Cards menüsünden hangi kartın ne işe yaradığını ve hangi bölümde bulunduğunu görebilirsiniz.
Ayrıca 32’nci seviyeye geldiğinizde yine co-op olarak oynayabileceğiniz bir Veteran modu açılıyor. Bu modda sizi bekleyen düşmanlar çok daha zorlu. Bu modun da suyunu çıkarttıktan sonra sıra online ortamlarda birbirimize girmeye geliyor.
Oyunun genelinde olduğu gibi, online modlarında da CoD4’ün bıraktığı yerden devam edilmiş. Silahlar ve belli ödüllerin döneme uyarlanması yanında en önemli değişik Capture the Flag modunun geri gelmiş olması. CoD4’ün tecrübe sistemi aynen korunmuş. Oynadıkça tecrübe puanı kazanıyor, rütbe atlıyor, yeni silah, ödül ve hedefleri açabiliyorsunuz. Yeni oyuncaklarımızla kendimize özel sınıflar yaratıp kaydedebiliyoruz. Aynı anda üç tanesine sahip olabildiğimiz perk’ler de gayet iyi dengelenmiş. Çeşitliliği sayesinde kendimize özel sınıflar yaratabiliyor, duruma göre bu sınıflar arasında geçiş yapabiliyoruz.
Üst üste düşmanları temizledikçe yine belli bonuslar kazanıyoruz. Örneğin üç düşman öldürürsek casus uçak çağırıp düşmanların radarda görünmesini sağlayabiliyoruz. Yedi düşman temizlediğimizdeyse köpekleri salabiliyoruz. CoD4’ün saldırı helikopteri yerine gelen saldırı köpekleri inanın bana bir-iki roketten çok daha ölümcül. Deli olacaksınız. On düşman temizlersek haritada seçeceğimiz bir noktayı bir güzel top atışına tutabiliyoruz. Yara almayacak kadar uzakta ama etki alanı dahilindeysek dost düşman demeden herkes etkileniyor toplardan. Bir iki saniyeliğine oldukça yavaşlıyor ve çevremizi görmekte güçlük çekiyoruz. Hazır başlamışken; biz FPS’cilerin hep bahsettiği ve çok sevdiği tokluk hissi de dört dörtlük. Yani birinin alnının ortasına gönderdiğiniz kurşunun vurduğunu hissediyorsunuz.
Online modlarda kullanılan haritalar, tek kişilik senaryoda gördüğünüz dolaştığınız yerler hep. Bu yüzden pek fazla yabancılık çekmiyorsunuz zaten. Capture the Flag ya da Search and Destroy modlarını oynuyorsanız bomba hedeflerini, bayrak noktalarını öğrenmeniz gerekiyor mutlaka. Harita tasarımları oyunun genelinde olduğu gibi oldukça başarılı. İki takımın karşılıklı her türlü üçkâğıdı yapabilmesine olanak tanıyacak şekilde hazırlanmışlar ki üçkâğıda gelmemenin tek yolu takım oyunu.
Belli haritalarda tanklar da oyuna dâhil olunca, hem köpekler hem tanklar hem de bir dünya oyuncu canınıza okumak için fırsat kollar hale geliyor. Savaşın karmaşasını ve heyecanını ekrana dört dörtlük bir şekilde yansıtan online muhabbetler World at War’un en güçlü yanı açıkçası.
Infinity Ward’ın eline su dökmek gibi bir derdi yok Treyarch ekibinin. Kardeş ekip ellerinden gelenin en iyisini yapma derdinde sadece. Serinin üçüncü oyununun kat kat önüne geçtiklerini söylemekse hiç zor değil. World at War kusurlarına rağmen tüm önyargıları yıkıp “harcadığın vakte değdim, değeceğim” demeyi iyi biliyor.